24 Nisan 2015 Cuma

1915 acımız ve nefret saçan ağızlar

1915, öncesi ve sonrası... 1. Dünya Savaşı atmosferi, bağımsızlık hareketleri, isyanlar, çeteler ve hüzün dolu acılarımız...

Bugün burada hakkında yazacağım şey o günün acı olayları olmayacak. Ne bir tanım yapmaya gideceğim ne de "kim ne derece haklı" cinsinde kirli sorgulamalarda bulunacağım.

Bugün burada Türkiye'nin her onurlu yurttaşı gibi yapmamız gereken şeyi yapacağım. BİZİM acımızın yasını BİZ olarak tutacağım, bir Türk olarak Ermeni kardeşim ile kol kola, omuz omuza. Çünkü olması gereken budur.

Türkiye Ermenileri ve diğerleri olarak ikiye ayırmak ve saflar oluşturup bunları birbirine çarpıştırmak ne denli ahlakî, ne denli insanî olabilir ki?!

OLAMAZ. Bugün o ya da bu şekilde, geçmişin kanlı günlerini bugüne taşıyarak yaramızı kaşımak ve kanatmaya çalışmak tek kelimeyle ahlaksızlıktır, insanlık dışıdır.

"Senin tuzun kuru; sen katledilmedin, senin ailelerin öldürülmedi, sürülmedi..."

Ben eğer insan isem benim ırkım olmaz, ben eğer eşit isem benim ırkım olmaz, ben eğer yurttaş isem benim ırkım olmaz...

Öldürülen herkes benim insanım, benim eşitim, benim yurttaşımdır; ve bugün yaramızı kaşımaya kanatmaya kalkışanların aksine ben acıları ırk, millet, din, dil diye ayırmam. Hiçbir zaman da onurlu bir Türkiye yurttaşı olarak ayırmadım. Çünkü ben öncelikle insanım.

"Sen de atıp tutuyorsun ortalığı boş bulmuşsun" diyebilirsiniz, küçümseyebilirsiniz de. Ama ben bunu o ortalıkta "Bazı yaralar zamanla iyileşmez" diyerek nefret saçan ağızların aksine gerçekten halkların ortak barış dolu geleceğini özümseyen biri olarak söylüyorum.

Nasıl mı?

O ağzı kanlı, dili kanlı, iğrençlerin aksine, ben bir Türk olarak Ermeni'lerle aynı sokakta yürüyor, aynı havayı soluyor, hatta aynı kaptan yemek yiyorum. Ben Ermeni dostlarımla birlikte yaşıyorum.

Gerçek acı sahibinin acısı bir gün değil, aklına geldiği her gündür.

Yazıklar olsun o acıları, diline pelesenk edenlere! Çünkü onlar acıyı paylaşmazlar. Çünkü acıyı paylaşan insan, ne yüreğine sığdırabilir ne de diline. Aklına her gelişinde boğazında bir düğüm oluşur. Dili dolanır. Konuşamaz.

"Katliam var, zulüm var, kan var" diye bağırarak, insanların hislerini yoksayarak ortalıkta gezinen "sözde solcu"lara dikkatli bakın. Onlar kadar sahte başka insan bulmanız neredeyse imkansızdır. Onların ne duyguları vardır ne de acıları hissedebilecek kalpleri.

Bir solcu düşünün ki halkların arasını açsın. Bir solcu düşünün ki halkları karşı karşıya getirsin. Bir solcu düşünün ki kandan beslensin. Bir solcu düşünün ki -rahmetli Hrant Dink'in de yakındığı gibi- emperyalizmin arenalarında dövüştürdüğü gladyatörler misali halkları dövüştürsün, ağzından salyalar saçan kirli emperyalizme hizmet etsin.

Onlar solcu olamazlar; çünkü onlar yalnızca saldırmayı, nefret saçmayı ve kanatmayı bilirler.

Soruyorum sizlere: Bir yarayı kaşımanın, sürekli durup durup insanların gözüne sokmanın, halklara ne gibi yararı olabilir ki? Benim dün doğum yapan, bugün evine gidip onunla birlikte sevincini paylaştığım Maria ablamla aramdaki muhabbete ne gibi bir yararı olabilir ki acıları dillendirmenin?! Acıya sahip çıktığını söyleyenlerin, acıdan burnu sızlamadan, boğazı düğümlenmeden acıyı dillendirmesi mümkün müdür?!

Mümkün değilse, bunlar kimdir? Neyin peşindedir? Neyin çığırtkanlığıdır bu?

Bir iyilik yapmak istiyorsanız artık nefret saçan ve halkların arasını bozmaya çalışan o iğrenç çenenizi kapatın! Çünkü ne ben ne de Maria ablam, ne de artık barış dolu yarınları birlikte omuz omuza inşa etmek isteyen güzel insanlar, sizin burnunuzu sızlatmayan BİZİM acımızla oynamanıza izin vereceğiz!

Ermeni dostlarıma ise sözümdür, "sizin acınızı paylaşıyorum" diyemem; çünkü "siz" değil hep beraber "biz" varız, "bizim acımız" var. Acımızın yasını birlikte tutacak birlikte barış dolu geleceğimizi yeniden kuracağız.

Bağırarak değil, gönülden söyleyince anlamı olur: "Nefrete inat, yaşasın hayat!"