26 Aralık 2014 Cuma

yarın yeni bir gün

Yine bir özel yazıyla devam ediyoruz. :)

Yalnızlıktan, başarısızlıktan, kaybetmekten, mutsuzluktan, umutsuzluktan... Bunlardan bahsetmeyeceğim. Çünkü zaten şimdiye kadar sürekli bunlardan bahsedip durduk kendimize ve çevremizdekilere. Bir yararını gördüğümüzü söylemek de pek mümkün değil.

Bu kez bahsetmeyeceğimi söylediğim şeyleri içinde yaşayan kendimin birkaç saat öncesi ve aldığım yeni karardan söz edeceğim. İyi okumalar...


Yaklaşık 5 saat boyunca yorganın içinde kıvrandım. Bir o yana bir bu yana döndüm durdum. Bir tanesi bile televizyonlarının başından kalkıp da ilgilenmeye ne durumdayım diye bakmaya dahi gelmedi ve bir karar aldım: Yaşamaya devam edeceksem bu istediğim gibi olacak!

Şimdi o 5 saat içerisinde neler olduğundan biraz bahsedeyim...

Alt kattaki komşu yine saçma bir iş bulmuş uğraşacak apartmanla ilgili. Bana ilgilenmem için e-posta atmış tabii benim bundan haberim yok. Yönetici olan babamın eve gelir gelmez atılan e-postayı sormasıyla öğreniyorum. Onu da doğru düzgün sorduğu yok ya ağzında bir şeyler geveliyor. Ben de tam o sırada bunalımın getirdiği fikir sarhoşluğuyla erkenden yatağa giriyordum. Beni o halde gördü, ama neyim olduğunu bile sormadı. Doğrusunu söylemek gerekirse ne komşuyla ne de attığı e-postayla ilgilenebilecek halim vardı. Bir şeyden haberim olmadığını söyledim ve pek de oralı olmayıp yattım.

Akşamın ilerleyen saatlerinde kapı çaldı, duyduğum kadarıyla sanırım o adam bu sefer bizim kapıya gelmiş, yanında da birkaç evrak getirmiş babama veriyor. Babam ise "Kusura bakma, hasta yatıyordu da ondan şey edemedik kem küm..." Adamı yolladıktan sonra ise söylenerek salona geçip bana saydırıyor: Lanet olsun size #$#$#$! (yaşasın sansür :) ) Yorum dahi yapmıyorum. :)

Bu sırada annem de televizyonda saçma bir diziyi izlerken yine yanlışlıkla kumandanın radyo tuşuna basmış. Yayın bozulmuş, bir türlü de düzeltemiyor ve kendi odasından bana çemkiriyor: "Lanet olsun... Aldırdın bana bu bozuk televizyonu... Öfff... Pöfff... Canımı sıkmaya başladı artık senin (?) televizyonun!"

Bu saçmalıklara katlandığım sırada düşüncelere daldım. Sonra Aret'in konuşmaları aklıma geldi ve bir anda kendimi zihnimde onunla konuşurken buldum. Aslında konuştuğum kişi o değildi kendimdim. Anlatıyordum sonra kendime sorular yöneltiyordum. Adeta kendimi sıkıştırıyordum. İşte o an yeniden umudu gördüm...

Bundan böyle kendi başımın çaresine kendim bakacağım. Çünkü bunu kendim için yapmak zorundayım. Öyle böyle bir yirmi küsür yılı geride bıraktım ama önümde bir yirmi yılımın daha olduğunun garantisi bile yokken ne diye bu uyku halini sürdüreyim ki?!

Yataktan kalktım, güç bela gardıroptan birkaç temiz çamaşır aldım ve banyoya gidip duşa girdim. Adeta dertlerimi akıp giden suya dökmüş gibiydim. Ferahladım.

Artık kendi ayaklarımın üstünde duracağım. Madem böyle bir hayatı yaşamak istemiyorum, o zaman ipleri elime alacağım ve yaşamak istediğim hayatı elde edeceğim. Başka yolu yok!

Yarın harika bir gün olacak, neden mi? Çünkü her gün harika bir gün! :))

(MarkE Miller'ın sözünü de böyle araklarım işte :)) Küçük bir spoiler, sıradaki yazım bununla ilgili olacak :) )

24 Aralık 2014 Çarşamba

son biseksüel bükücü

Uyarı: Bu yazı Nickelodeon'un Avatar kurgusal evreni hakkında ayrıntılı bilgi içermektedir.

Bu yazım bugüne kadar Avatar: Son Havabükücü ve ardılı Korra Efsanesi'ni izlemeyenler veya hiç duymayanlar için ilk başta pek ilgi çekici gelmeyebilir, ancak çocuklara yönelik bir çizgi dizide belki de ilk olma özelliğine sahip olacak olan başkahramanın lezbiyen ilişkisinin açıkça ortaya konması özelliğini taşıdığı için tüm LGBTİ bireylerin ilgisini çekecektir. :))



Herkesi düşünerek her zamanki gibi ön bilgi vermeyle yazıma başlıyorum. :))

Bu yazımda sözünü edeceğim dizi Korra Efsanesi; yani Avatar: Son Havabükücü dizisinin ardılı olan ve Avatar Aang'den sonra neler olduğu sorusuna yanıt bulduğumuz bir sonraki Avatar Korra'nın öyküsünü anlatan dizidir.

"Nedir bu Avatar?" diye soracaklar için kısaca, 'dört element'i (toprak, ateş, hava ve su) kontrol etme becerisine sahip dünyadaki tek kişi olma ve reenkarnasyon şeklinde bu Avatar halinin nesilden nesile aktarıldığı bir ruhani üstünlük diyebilirim. Dünyaya barışı getirmek için her türlü dengeyi sağlamakla görevlidir. İşte her iki dizide de bu dengeyi sağlama sırasında yaşanan maceralar anlatılmaktadır.

Gelelim biz LGBTİ bireyleri özelden ilgilendiren kısmına... Dizinin final bölümünde başkahraman Avatar Korra'nın biseksüel olduğunu ve bir diğer karakter Asami ile yaşadığı aşkı çok çarpıcı bir final sahnesi ile öğreniyoruz.

İşte Asami ve Korra ruhlar dünyasına tatile çıktıkları final sahnesi :))

Dizinin son sezonunda sürekli olarak Asami ile Korra'nın yazıştıklarını her ikisinin de oldukça havalı ve yakışıklı ateşbükücü Mako'nun eski sevgilileri olmasına karşın iyi anlaştıklarına tanık oluyoruz. Meğer bu iyi anlaşma hali sıradan bir şey değilmiş. :)) Tabii işin kötü yanı bu romantik ilişkiyi finale sahnesine gelinceye kadar gözümüze sokmamış olmaları. Başından itibaren son sezonu bu şekilde izleseydik bazı sahneler belki de daha anlamlı gelecekti. (Bkz: Heteroseksist medyanın bireylerde körelttiği eşcinsel romantizm algıları. :/ )

"Yahu el ele tutuşmuş iki genç kız gördün diye hemen aralarında eşcinsel ilişki mi arıyorsun bee?!" şeklinde düşünenler olabilir. Ama ben bir çıkarım yapmıyorum, dizinin yaratımcılarından Mike Dimartino resmî blog sayfasında yazdığı yazısıyla bu lezbiyen ilişkiyi onayladı:
"Son sahneyle ilgili niyetimiz olabildiğince açık bir şekilde evet, Korra ve Asami'nin birbirlerine yönelik romantik hisleri olduğunu ortaya koymaktı. Ruh portalını girdikleri o an ilişkilerinin arkadaş olmaktan çift olmaya doğru evrildiğini sembolize etmektedir."


Korrasami'den birkaç romantik kesit daha :))


Son olarak dizi ve finaliyle ilgili de birkaç şey söylemek istiyorum. Adrenalin dolu sahnelerin yoğunlukta olduğu bir çizgi diziydi. Ben bir öncekine göre daha fazla gerildim ve heyecanlandım diyebilirim. :) Bu yüzden belki de daha çok sevdim, her ne kadar Aang ilk göz ağrımız olsa da. :))

Dizinin bittiğine doğrusu üzüldüm. :( Peki ya üçüncü bir dizi daha başlar mı? Doğrusu hiç bilmiyorum dilerim çıkar ama bu son lezbiyen aşk bombasından sonra heteroseksist çevreler ne der izin verir mi orasını bilemem. :)) Duyum alanlar burada gelip aktarabilir. :))

23 Aralık 2014 Salı

siyah bir ayna ve mutlu Noel'ler

Canım sıkıldı, kafa dağıtacak bir şeyler izleyeyim diyordum, güzel bir fırsatı da yakalayınca başladım diziyi izlemeye, bir yandan da notlar alayım derken kendimi bu yazımı yazarken buldum. :)) Sözünü ettiğim dizi Black Mirror, bölüm ise Noel için özel hazırlanan White Christmas. :)) İyi okumalar...


Diziyi daha önce izlemeyenler için kısa bir giriş yapayım. Her bölümü bir öncekinden konu olarak bağımsız olan dizinin bölümlerindeki tek ortak nokta ise olmazsa olmazı olan teknolojik yaratıcılık diye özetleyebilirim. Aklınıza dahi gelmeyecek türden teknolojik şeyleri hayatın içinde yer edindirip ardından bunun artı ve eksilerini gözler önüne seren bir teması var. Ayrıca o kadar hayattan konular seçilmiş ki üzerine düşünecek çok şey bulabiliyorsunuz. Teknoloji ve günlük yaşamı birbirine bağlayan ancak pek de fantezi ürünü olmayan bir şey arıyorsanız bu diziyi izleyebilirsiniz derim. :))

Bölüme dönecek olursak... Başlar başlamaz gözüme ilk çarpan konu aslında hepimizin zaman zaman yaptığı bir şey oldu. Bu şey taktiksel anlamda hoşlandığımız veya bizi fark etmesini istediğimiz kişiyle doğrudan ilgilenmeyip bunun yerine daha çok yakınındaki insanlara odaklanarak o kişinin bizi dolaylı yoldan fark etmesini sağlamak. Sanırım içgüdüsel olarak yaptığımız bir yöntem. Yalnız ne kadar geçerli doğrusu ondan pek emin değilim. Sonuç itibarıyla halen bekar biriyim. :)) Bu durumda yöntemi çok da övmenin bir mantığı yok tabii ki. :))

Engellenen insanlar.


Ve elbette şu insanları engelleme olayı. Belki de sanal hayat gerçeğe entegre edilse acaba ne olurdu sorusuna en güzel yanıt bu dizideki bu engelleme sahneleridir. Çünkü sanal ortamda çok sayıda insanı engellediğimiz, konuşmalarına bile izin vermediğimiz kimseler ve bu yönde aldığımız kararlarımız oluyor. Bunu yaparken ise hiç düşünmüyoruz acaba ne kadar etik bir davranış diye. Yalnızca yapıyoruz. Bunu sorgulamamızı sağladığı için de ayrıca beğendiğim bir bölümdü.



Akıl akıl, ah şu akıl.


Üzerinde durmak istediğim bir diğer konu ise insanların hayatına karışmayı, onlar adına kararlar almayı kendine hak bilen bizler. Aslında ne kadar riskli bir şey yaptığımızı ve en ufak bir yanlış yönlendirmenin dahi insanın hayatına mal olabileceğini kestiremeden düşünmeksizin herkese akıl vermeye çalışıyoruz ve bundan zevk alıyoruz. Peki ya verdiğimiz akıl kendimize yetiyor mu? Biz o akılla istediğimiz hayatı yaşıyor muyuz? Mutlu muyuz? Yine yanıtsız sorular... :))

Vee sonuç... Diziyle ilgili bir diğer söylemem gereken konu ise bu bölümde de yine kendini gösteren suç ve ceza teması. Birçok bölümde bu adalet olgusu sorgulanıyor aslında. Ancak şunu diyebilirim ki kesinlikle ama kesinlikle senaristin çok zalim bir adalet anlayışı var. Ya gözdağı vermeyi çok seviyor ya da tam anlamıyla işkencenin bir ceza olması gerektiği konusunda kendinden emin. Çünkü bu bölüm dahil önceki birkaç bölümde de aynı adaletsizliğe tanık oldum. Tabii herkesin adalet anlayışı farklı olabilir o yüzden diyebileceğim tek şey benim adalet anlayışıma göre fazlasıyla zalimce olduğu. :))

Güzel ve yine oldukça düşündürücü bir bölümdü. İzlemeyen herkese de şimdiden iyi seyirler... :))

15 Aralık 2014 Pazartesi

bir saçmalık olarak LGBTİ'li

Bugün sizlere yeni takıntım "LGBTİ'li" sözünden bahsetmek istiyorum. :))


Öncelikle bilmeyenler olabilir diye 'LGBTİ' kısaltmasının ne olduğunu açıklayayım. LGBTİ  sırasıyla lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks sözcüklerinin baş harflerinden oluşmuş olan -mevcut an itibarı ile- cinsel azınlıkları bir arada tanımlayan cinsel kimliğin kısaltmasıdır. Yani cinsel yönelimi biseksüel olan bir kimse de kendisini LGBTİ olarak tanımlar, cinsiyet kimliği interseks olan bir kimse de kendisini LGBTİ olarak tanımlar.

Bu kısa açıklamadan sonra gelelim "LGBTİ'li" saçmalığına. :))

Ne kadar absürt bir kullanım olduğunu bir örnekle hemen anlatayım:
- Ben LGBTİ'li bir bireyim.
diyen bir kişi burada 'LGBTİ'yi bir tür bulaşıcı hastalık olarak görmektedir. :))
(Bkz.: Veremli birey ile LGBT'li birey tanımlamaları arasındaki benzerlik)

veya...

Kişi 'LGBTİ'yi ABD gibi bir devletin kısaltması olarak görmektedir ve kendisini de bu devletin yurttaşı sanmaktadır. :))

Kısaca demek istediğim LGBTİ'li olunmaz LGBTİ olunur. Çünkü bu yanlış kullanımı açtığımızda karşımıza "lezbiyenli, geyli, biseksüelli, translı, interseksli" gibi bir saçmalık ortaya çıkmaktadır. Bariz hatalıdır!

Peki neden yeni takıntım oldu?


Daha önce de çok sık karşılaştığımız bir absürt kullanımdı. Ama büyütülebilecek, kafaya takılacak bir absürtlük de değildi. Çünkü Türkiye tarihi açısından LGBTİ ve aktivizmi daha çok yeni olgulardı, özellikle de herkes tarafından bilinirliğini göze aldığımızda. Bu nedenle bu konuların daha az bilindiği yıllarda kullanılan "LGBTİ'li" sözüne takılmak yersizdi; nasıl olsa bu konuları biraz daha araştırdıkça öğrendikçe insanlar doğru kullanımını öğrenir diye düşünüyordum.

Gel gelelim işler öyle olmadı, olamıyor da. :))

Sade vatandaş olan LGBTİ birey eğer yalnızca bir LGBTİ olmaktan ibaret yaşam sürdürüyorsa ve kendi cinsel yönelimi veya cinsiyet kimliği konularına ilgisi yoksa zaten pek bilmiyor. Bu gayet anlaşılır bir durum, yine bir nebze saygım var.

Ancak bir de bunun LGBTİ aktivizmi yapan, hatta dernek veya çeşitli oluşumlarda etkin rol alıp öne çıkan isimlerde görülmesi boyutu var ki insana artık PES dedirten cinste. Haliyle de aklınıza o zaman şu soru geliyor: Acaba LGBTİ birey demesini dahi bilmeyen bu insanların amacı gerçekten LGBTİ aktivizmi mi, yoksa başka bilmediğimiz emelleri mi var?

Asla içtenlikle yanıt alamayacağımız bir soru. :))

Siz siz olun baya bir süre aktivistlik yapıp halen "LGBTİ'li" diyen kişiye dönüp bir bakın, hatta o yetmez dönüp bir kez daha bakın. Aklınıza ben ve bu yazım gelirse de bir selam çakarsınız artık. ;)

7 Aralık 2014 Pazar

bir canımdan oldum

Bugün sizlere baya özelimden bir şey aktaracağım. Yine dertleşiyoruz. Böyle düşünebiliriz. Daha çok ben anlatıyorum siz dinliyorsunuz ama buna gerçekten ihtiyacım var. Umarım çok fazla sıkmam sizi.


Az önce canım kadar çok sevdiğim bir ömür birlikte olmak istediğim biriyle dostluğum sona erdi. Belki bu size çok sıradan "Amaan be çok mu önemli!" tarzında gelebilir ama öyle değildi. Bunun ne kadar içinizi yakıcı bir şey olduğunu yaşamadan anlayamazsınız. Bu en çok güvendiğiniz kişiden olmanız demek, bu sarıldığınızda içinizi kıpır kıpır yapan sesini duyduğunuzda dahi moralinizi tavan yapan şeyden olmanız demek. Hani bazıları der ya hayatta yalnızca babama güvenirdim ama o gitti artık kimseye güvenemem aynı türden bir acıyı yaşıyorum şu anda.

Benim çok farklı bir hayat anlayışım muhabbet anlayışım vardır. Elbette herkes değerlidir benim için anlaştığım sevdiğim görüştüğüm insanlar vardır. Olmayan insanlar da tabii vardır. Onları ayırırsak geriye kalanlar arasında ise bir arkadaşlarım vardır, bir de canlarım vardır. Yani sürekli konuşmasanız bile kalbinizde yeri çok büyük olan ve asla yok olmayacak bir sevgi beslersiniz. İşte yiten dostluğum da öyle büyüktü ve değerliydi benim için.

Hiç beklemiyordum bitmesini, zaten en çok da bu anilik yaraladı beni. Bir baktım ki ben zaten hayatında değilmişim, yerim zaten yokmuş, uyuyormuşum farkında değilmişim...

Yaklaşık bir 3 saattir acaba ne yaptım da kırdım onu, ne yaptım da bu kadar saldırgan bana karşı diye düşündüm, sonra birkaç sebep buldum kendime, gittim usul usul yeniden "lütfen" dedim "konuş benimle". Bekledim ki anlatsın şunlara kırıldım desin, canımı yaktın desin, anlaşmak istesin. Ama öyle olmadı...

Son üç gündür yaşadığım psikolojinin bir kısmını buraya yazdıklarımdan okudunuz. Ama buraya yazmadığım başka iç karartan şeyler de var. Her ne kadar dostlarım yanımda durup bana moral vermeye çalışsalar da içten içe yanan ve büyüyen bir yangın var.

İşte ben içimdeki bu yangını söndürmekle meşgulken meğer beni silen bir canımdan olmuşum da haberim yokmuş.

Bugün çok acılıyım.

 
Hislerimi bundan daha iyi anlatabilecek başka şarkı sanırım yok.

Özellikle şu kısım:

You and me
We used to be together
Everyday together always
I really feel that I'm losing my best friend :(
I can't believe this could be the end
It looks as though you're letting go :(
And if it's real
Well I don't want to know :(


Dipnot: Bu kadar can sıkıcı bir yazı yazıp sizin de canınızı sıktıysam çok özür dilerim, affedin.

5 Aralık 2014 Cuma

bir umut: LİSTAG - 2

Bu yazı LİSTAG anımın devamıdır, birinci yazımı okumayanlara öncelikle "bir umut: LİSTAG - 1"i okumalarını tavsiye ederim.


Bugün saat 3 gibi telefonum çaldı. Arayan annemdi. Listag Toplantısı'na gidip gitmeyeceğimi sordu. Doğrusunu söylemek gerekirse pek ümidim yoktu. Bir anda çok heyecanlandım. Sonunda beni anlayabilecekti, dışlamayacaktı, kabul edecekti beni. "Peki" dedim, yalnız toplantıya yalnızca ailelerin alındığını benim dışarıda onu beklemem gerektiğini söyledim. Anlaştık. İşten erken çıkıp beni aldı ve birlikte toplantının yapılacağı CETAD'a doğru yola koyulduk. İstanbul'un iğrenç trafiğine rağmen yetiştik, yeri bulduk ve sonunda zili çaldık.

Kapıyı açan Psikiyatri Uzmanı Doktor Nesrin hanım oldu. Bizi içeri buyur etti ve ilk kez geldiğimizi öğrenmesi üzerine Şule Anne ile tanıştırdı. Gerçekten çok güler yüzlüydü ve gözlemleyebildiğim kadarıyla anneme de baya yakın davranıyordu. :) Gözlemleyebildiğim kadarıyla diyorum çünkü toplantı salonuna geçtiğimizde annem Şule Anne ile birlikte "ilk defa katılan aileler" kısmına geçmişti; beni ise toplantıya katılmayacağım için geçici olarak salonun girişindeki kısma almışlardı. Annemin camdaki yansımasından onu izleyebiliyordum konuşuyorlardı. Ancak pek de bir şey duyamıyordum.

LİSTAG'dan Pınar Anne ile Sema Anne :)

Annemi izlemeye çalıştığım sırada kapı çaldı. :) Gelen Pınar Anne'ydi gelir gelmez beni tahmin etti ve yanıma geldi, "Seninle telefonda konuşmuştuk değil mi?" dedi. :) Sarıldık, öpüştük, tanıştık. Gerçekten o kadar içten ve candandı ki hatırladıkça o anı duygusal oluyorum. Sonra yanımıza onunla birlikte Sema Anne de geldi yine aynı sıcak duygu tabii ki. Pınar Anne beni "bu da yeni çocuğumuz" diye tanıttı. :)) İyi ki varlardı iyi ki onları tanımıştım, gerçekten de herkesin onlarla tanışmasını isterim; çünkü onlar ne olursa olsun BENİM ÇOCUĞUM diyebilenler, koşulsuz şartsız kabul edenler SEVENLER!

Ne demek istediğimi anlamayanlar için buyursunlar:



Artık toplantının başlaması gerekiyordu, bu yüzden CETAD'dan ayrıldım ve oradan bir alışveriş merkezine geçtim. Toplantı bitinceye kadar orada yanımda getirdiğim kitabımla başbaşa kaldım. Bir yandan da acaba şimdi ne yapıyorlardır soruları beynimde dolaşıyordu. Saat 8 olduğunda toplantının sonuna yaklaşılmış olmalıydı, annemi almaya CETAD'a döndüm ve girişte bekledim. Annemi aldım birlikte yeniden arabaya bindik.

Bekliyorum ki bir şey desin toplantıyla ilgili olumlu bir şey. Yok. Dayanamadım sordum.

- "Ee ne yaptınız, neler anlatıldı?"
- "Bir şey anlatıldığı yok öyle, işte kabullenme şeyi filan. Aileler anlatıyor işte benim çocuğum şöyle böyle"
- "Terapist yok muydu?"
- "Hee işte vardı bir tane diğeri gelmemişti filan öyle"
- "Anladım"

Toplantıdan önce ve sonra diye bir şey bizim için olmadı. Yani sanki hiç o toplantıya katılmadı, hiç kimseyi dinlemedi... Bir umudum ve belki de son umudumdu LİSTAG. Belli ki o da işe yaramamıştı. Başa dönüyorum "Zaten ne olacaktı ki" demiş miydim evet demiştim. :))

Benimki olamadı, ama dilerim sizin aileniz o toplantı sonrasında "BENİM ÇOCUĞUM" diyebilen onlarcasından biri olur. :))

4 Aralık 2014 Perşembe

bir umut: LİSTAG - 1

Aslında öncelikle anneme nasıl açıldığımı ve sonrasındaki süreci filan anlatmalıydım. Ama nedense bir türlü içimden gelmiyor. O nedenle doğrudan bugün yaşadıklarımı anlatacağım. Bir nevi içini dökme gibi düşünebilirsiniz. :)


Evet annem beni biliyor. Bundan bir yıl önce çok da umutlu bir şekilde beni zaten bildiğini düşünerek açıklamıştım. Ancak bilmiyormuş, söylediğine göre aklının ucundan bile geçmiyormuş falan filan. Söylediğimden sonraki an bir anlayışlı tavır çok geçmeden homofobik bir tavır ve ardından şu andaki "bana dokunmayan yılan bin yaşasın, ama ben de kimseye dokunmam, sen de kendine dokundurma" tavrı... Kısaca özetlersek mevcut durum bundan ibaret.

Dün Feysbuk'ta takip ettiklerim arasında olan LİSTAG'ın (LGBTİ Aileleri ve Yakınları Grubu) her ayın ilk Perşembe günü İstanbul'da CETAD'ın (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği) ev sahipliğinde düzenlenen "Listag Toplantıları" hakkında paylaşmış oldukları durum güncellemesini gördüm. Haliyle bir umut belki benim anlattıklarım dışında başka LGBTİ ebeveynlerini veya yakınlarını görürse onlar anlatırsa belki bir etkisi olur diye düşündüm.

Gönderide toplantıya katılımla ilgili olarak Listag Danışma hattını da paylaşmışlardı. Belki de hayatımda attığım sınırlı büyük adımlardan -ki benim gibi "pasif eylemci" biri için gayet büyük adım- birini atmak adına elime telefonumu aldım ve oradaki numarayı aradım. Yanıt: Aradığınız numaraya ulaşılamıyor...

Önce "Neyse ya zaten bir şey olmazdı!", sonra "Yok ya arayacağım tekrardan yılmak yok"...

Elime yeniden aldım telefonu, bu kez çalıyordu. Telefon açıldı.

- "Ben yarınki toplantı hakkında bilgi alacaktım da. Ben eşcinsel bir bireyim. Annem beni biliyor ve toplantıya onun da katılmasını istiyorum"
- "Kendisinin de istemesi gerekiyor"
- "Tabii biliyorum ama ben ikna edeceğim"
- "Tamam o zaman etkinlik 5.30'da başlıyor, yine bu numaradan geri dönüş yapabilirsiniz"
- "Tamamdır. Şey ben anneme daha önce de böyle demiştim filan da bana 'benim beynimi yıkattıramazsın' demişti..."
- "İyi o zaman annen gelsin o bizim beynimizi yıkasın. Sen öyle söyle ona" :))
- "Pekala. Şey bu arada siz Pınar Anne misiniz?"
- "Evet bu ay bendeydi sıra"
- "Sesinizden tanıdım. Doğrusu böyle sesinizi canlı canlı duymak, konuşmak çok güzel oldu. Teşekkür ederim"
- "Rica ederim, ben teşekkür ederim yavrum. Görüşmek üzere..."
- "Görüşmek üzere..."


Ardından konuyu işten döndüğünde anneme açtım. CETAD diye bir yer olduğunu ve orada toplantı yapılacağından bahsettim. Başta pek oralı olmadı. Konuyu uzatmak için yerinden bahsettim. Yine pek oralı olmadı ve konu kapandı.

Bugün saat 3'e doğru telefonum çaldı...

Yazımın devamı için tıklayın

1 Aralık 2014 Pazartesi

Turing ve Kaan Arer

Kaan Arer tarafından düzenlenen bu ayki Turing Toplantısı'na katıldım. :))


Blogumda yeniden yazmaya karar verdikten sonra ilk yazımın bu konu olacağını hiç tahmin etmezdim. Ama kader kısmet işte. :)

Kendisine açıldığım heteroseksüel LGBTİ dostu canım arkadaşım sayesinde haberdar olduğum Turing Toplantıları'nın benim için ilkine yine o dostumla birlikte katıldım. :)

Turing Kasım'ın içeriği ve konuşulanlar hakkında zaten Kaan Arer kendi blogunda yazacağından o kısma girip rol çalmak istemiyorum. Ancak katılımcı olarak sizlerle paylaşmak istediğim birkaç şey var. :)

Öncelikle toplantı hakkında birkaç genel bilgi vereyim. Toplantılar adını, 1952 yılında eşcinsel olduğunu açıkladığı için hadım cezasından hüküm giyen ve tam 2 yıl sonra esrarengiz bir şekilde zehirlenerek ölen İngiliz matematikçi, bilgisayar bilimcisi ve kriptolog Alan Turing'den alıyor. Her ay düzenli olarak yapılan toplantılarda bir önceki aydan belirlenen bir kitap, film ve dizi üzerine konuşuluyor.

İzlenimlerime geri dönecek olursam, toplantının düzenleyicisi ve moderatörlüğünü de yapan Kaan Arer, gözlemlediğim kadarıyla oldukça sempatik ve mütevazı bir kişi. :)) Samimi tavrını eminim tek fark eden ben değilimdir. Bu açıdan da yeni katılımcıların rahatça uyum sağlayabileceğini ve kendini yabancı hissetmeyeceğini garanti edebilirim.

Gerçi toplantıya katılan herkeste de aynı samimi içten tavrı hissedebiliyorsunuz. Yani daha önce hiç tanışmamış olmanıza rağmen kırk yıllık ahbabınızla muhabbet ediyormuşsunuz hissini açıkçası ben tattım. :))

Bir LGBTİ birey için sosyalleşmek ve aynı zamanda da kendine entelektüel anlamda bir şeyler katmak açısından oldukça yararlı bir etkinlik. Bunun dışında bence en büyük artısı da, LGBTİ bireyler için olan diğer birçok sosyalleşme alternatifinin aksine üzerinizde önceden belli olan bir siyasi duruşun baskısını hissetmiyorsunuz. Bu yüzden de acaba ne zaman tepkiyle karşılacağım kaygısı olmaksızın herkese açık bir sohbet ortamında rahatlıkla kendinizi ifade edebilmeniz mümkün. Bu açıdan da -en azından benim için- gayet ideal bir ortam olduğunu söyleyebilirim.

Sonuç olarak düzenli katılmak isteyeceğim bir etkinlik ve eğer bu anlattıklarım sizin de ilginizi çektiyse bir sonraki Turing Toplantısı'na sizin de katılmanızı öneririm. :))

Not: Ayrıca toplantıdan beni haberdar eden ve benimle birlikte katılan canım arkadaşıma teşekkürler... <3 <3